Ölen Birine Hakkını Helal Etmezse Ne Olur? Kültürler Arası Bir Vicdan Ritüeli
Bir antropolog olarak, dünyanın farklı köşelerinde ölümün ardından gerçekleşen törenleri, duaları, sessiz ağıtları izlerken hep aynı soruya dönerim: İnsan, öldükten sonra bile ilişkilerini sürdürür mü? Bu sorunun kalbinde, Türk kültüründe sıkça karşımıza çıkan bir ifade vardır: “Hakkını helal et.” Peki ya biri ölür ve biz ona hakkımızı helal etmezsek ne olur? Bu soru yalnızca bir inanç tartışması değil; aynı zamanda ritüellerin, sembollerin ve toplumsal vicdanın antropolojik bir çözümlemesidir.
Helallik: Ritüelden Sosyal Bağ’a
Helallik istemek, birçok kültürde ölümle yaşam arasındaki son toplumsal temas olarak görülür. Türk-İslam geleneğinde cenaze öncesi “Helal edin hakkınızı” çağrısı, yalnızca bir dini formül değil, toplumsal vicdanın ortak dilidir. Bu çağrı, bireyin yalnızca Tanrı’yla değil, toplulukla da hesaplaşması anlamına gelir.
Bir antropolog için bu an, ölümün bireysel olmaktan çıkıp kolektif bir olaya dönüştüğü simgesel bir eşiktir. Helallik ritüeli, yaşayanların ölüyle bağını kesmeden, onu toplumsal hafızaya “temiz” bir biçimde yerleştirmesini sağlar. Ancak eğer biri “Helal etmiyorum” derse, bu bağ tamamlanmamış olur — toplumsal dengenin bir parçası eksik kalır.
Antropolojik Bir Bakışla: Borç, Suç ve Hafıza
Antropoloji bize öğretir ki, her toplumda bireyler arasındaki ilişkiler bir tür “karşılıklı borç ve denge” sistemine dayanır. Fransız antropolog Marcel Mauss’un “armağan ekonomisi” teorisine göre, her armağan bir borç yaratır; verilmiş bir iyiliğin, jestin ya da zararın toplumsal bir karşılığı vardır. Helallik, bu döngünün manevi uzantısıdır.
Ölen birine hakkını helal etmemek, bu borç döngüsünü tamamlamamak anlamına gelir. Böylece ölüyle yaşayan arasındaki bağ, görünmeyen bir “toplumsal borç” olarak sürer. Antropolojik açıdan, bu durum yalnızca bireysel bir duygusal mesele değil, aynı zamanda topluluk hafızasının yükü haline gelir. Çünkü her topluluk, üyelerinin aralarındaki dengeyi, barışı ve vicdanı korumakla var olur.
Helallik ve Kimlik: Kime Ait Bir Hakikat?
Helallik yalnızca dini bir kavram değildir; aynı zamanda kimlik inşasının bir parçasıdır. Anadolu’da birine hakkını helal etmemek, çoğu zaman bireysel bir öfke değil, “adalet” duygusunun bir dışavurumudur. Çünkü kültürel bağlamda helallik, “affetme”yle eşit değildir; bazen affetmek için değil, “adil olmak” için helal edilmez. Bu durum, toplumun değer sistemini, güç ilişkilerini ve ahlaki yapısını yansıtır.
Japonya’da “giri” kavramı —yani toplumsal borç duygusu— bir insanın yaşamı boyunca başkalarına karşı taşıdığı görünmez yükleri anlatır. Benzer şekilde, Türk kültüründe helallik, kişinin sadece Tanrı’ya değil, insanlara karşı da sorumlu olduğunu gösterir. Bu nedenle, ölene hakkını helal etmemek, kimliğin kendi adalet tanımını koruma biçimidir.
Ritüellerin Sessiz Dili: Affetmenin Antropolojisi
Birçok toplumda ölüm, yalnızca bir son değil, toplumsal ilişkilerin yeniden düzenlendiği bir dönüm noktasıdır. Afrika kabilelerinden Japonya’daki Obon festivallerine kadar, ölenlerle barışmak için gerçekleştirilen törenler, “geçmişle hesaplaşma”nın sembolik yollarıdır. Bu ritüeller, yaşayanlara vicdan eğitimi verir; affetmek ya da helal etmemek, bireyin kendi kimliğini yeniden tanımlamasına yardımcı olur.
Eğer biri ölür ve biz hakkımızı helal etmezsek, aslında kendi içsel denge sürecimizi erteleriz. Antropolojik olarak, bu durum “yarım kalmış bir geçiş ritüeli”dir. Ritüel tamamlanmadığında, birey —ve dolayısıyla topluluk— bir anlamda eksik kalır. Çünkü ölüm yalnızca ölenin değil, geride kalanların da dönüşümüdür.
Helallik Kültürünün Evrensel Anlamı
Her kültür, ölüm karşısında kendi dilini yaratır. Bazıları dua eder, bazıları sessiz kalır, bazıları ise bir fincan kahveyle anısını yaşatır. Ancak hemen her toplumda ortak bir öğreti vardır: Bağışlamanın öğrenilmesi. Ölüm, affetmenin sınırlarını sorgulatan bir deneyimdir. Bu nedenle, helallik istemek de vermek de yalnızca bir söz değil; kültürel bir olgunluk göstergesidir.
Eğer birine hakkını helal etmezsek, bu yalnızca onun değil, bizim ruhsal yolculuğumuzun da devam ettiğini gösterir. Çünkü kültür, bireyin iç dünyasında da yaşar; tıpkı helallik gibi, görünmez ama dönüştürücü bir güçle.
Okuyucuya Antropolojik Bir Davet
Sen, kendi kültüründe “helallik” sözcüğünü nasıl anlamlandırıyorsun?
Birine hakkını helal etmemek, sence adalet mi, yoksa gecikmiş bir affetme mi?
Ve en önemlisi… Ölülerle değil, yaşayanlarla barışmayı öğrenebilir misin?
Belki de helallik, ölülere değil, hayattakilere verilmiş en kadim antropolojik derstir.